Haluk Elbe - Bergama Belediyesi Kültür Yayınları No:7
ÖNSÖZArkeoloji alemi ve kültür dünyası yetmiş yıldan beri büyük bir ilgi ve artan bir zevkle Bergama’yı niçin inceliyor? Bergama’yı niçin yer yer kazıyor, cilt cilt yazıyorlar? Aydın insanın Bergama hayranlığı nerden geliyor ve onu niçin , niçin seviyorlar? İşte bu kitapçık zihinlerdeki bu sorulardan doğdu.
Bu bilimsel metodla yazılmış özlü bir fikir kitabı değil, sadece Bergama’nın içine biraz da hayal karışmış hikayesidir
Bergama’yı anlatmağa kalkmak büyük bir iddiadır. Benim cesaretim , Bergama’ya karşı duyduğum ölçüsüz sevgiye bağışlansın.
HALUK ELBE
HALUK ELBE
Osman Bayatlı’nın yakın çalışma arkadaşı, değerli müzeci ve eski eser dostu Haluk Elbe Bergama Müzesi’nin ikinci müdürüdür. Osman BAYATLI geleneğini Bergama Müzesinde ve daha sonra Bodrum Müzesinde devam ettirmiştir.Nedir bu Osman Bayatlı geleneği? Bu, eski esere karşı bitmeyen bir sevgi ve bu sevgiyi halka aşılama çabasıdır. Bunun için tüm olanaksızlıklara rağmen kazı yaparak, restorasyon yaparak, elde ettikleri bilgi ve bulguların yayınlarını yaparak halka ulaşmaya çalışmışlardır.
Bu küçük kitapta bizlere Bergama’yı niçin sevmemiz gerektiğini anlatırken; onun antik dünya hakkındaki bilgisinin ne kadar derin olduğunu öğreniyoruz.
Haluk Elbe, Osman Bayatlı’nın ateşlediği meşaleyi Bodrum’a taşımış ve orada Bodrum Müzesi’nin kurucusu olarak eski eser sevgisini ve bilgisini Bodrumlulara aşılamıştır.
Müzemizin değerli Müdürünü Bergamalılar, Bodrumlular ve Türk Müzecileri unutmamıştır.
Ocak 1992
Nihat SÜMER
Bergama Müzesi Müdürü
Dünya uygarlık tarihini kendi adı ve varlığı ile zenginleştiren bir şehir vardır.Bergama…
Bergama,insanlığın rüyasını gördüğü bir alemin bütün manevi değerlerini ışınlar halinde kültür dünyasına yansıtan bir şehirdir. Bergama o şehirdeki uygarlık tarihin fikir yapısına cilalı mermerler ve eşsiz kolonlar vermiştir.
Bergama, vatandaşlarına faydalı kanunlar veren ve her yıl başında bu kanunlara uyulacağına dair kendisine yeminler edilen (Parmenid) lerin yurdudur.
Bergama, güzel sanatların ,barış severliğin,fikir ve kitap aşkının ,kanuna uymanın ,kötülükle mücadelenin toptan kısa adıdır.
Büyük İskender’den sonra GREK ve Anadolu kültür kaynaşmasının doğal bir sonucu olarak EGE ve Akdeniz kıyılarında parlayan Helenizm uygarlıkları arasından Bergama en başta gelenidir.
Bergama, Milattan önce üçüncü ve ikinci yüz yıllarda Helenizm kültürünün kaynağı olmuş ve “Helenistik Alemin Atinası” diye anılmıştır.
Bergama kültür dünyasının en çok tanıdığı şehirdir. Dünya dillerinde Bergama için yazılanlar bu gün kütüphaneleri dolduruyor. Ve artık bugün bir Bergama bibliyografyası hazırlamak kolay bir iş değildir.
Bugün (x) 17.000 nüfuslu bir kaza merkezi olan Bergama,Milattan önce 3.yüzyılda doğmuş bir krallığın merkezi idi.
Bu krallık,kuzeyde Kaz dağlarından ,güneyde Toroslara kadar uzuyor ve bütün Ege bölgesini sınırları içine alıyordu.
Büyük İskender’in Trakya ve Batı Anadolu’ya hükmeden komutanı Lizimahos’un hazinesi ile imar edilen Bergama şehri,Akdeniz kültür çevresi içinde kıskanılan bir yüksek sanat ve Edebiyat merkezi olmuştu.
Bergama şehri geniş ölçüde bir bağımsızlığa sahipti. Arkhaik dönem Yunan şehirlerinde ve bütün Helenizm şehirlerinde olduğu gibi Bergama’nın kanunları,bir idare meclisi ve bir de Halk meclisi vardı.Memur ve hakimleri Bergamalılar seçerlerdi.Burada hakim olan tek şahıs değil,tek prensipti.
(x)1942 yılı kastediliyor.1990 yılı sayım sonuçlarına göre Bergama merkez nüfusu 45.000 dir.
NOMOS ! Yani KANUN !
Gerçi burada bir kral,hem de bütün Helenizm kralları gibi mutlak bir kral,Akropol’ün en yüksek ve geniş taraçası üzerinde mermerden yapılmış sarayında oturur,EGE denizinde kudretli donanmasını yüzdürür ve Toroslara hükmederdi.Fakat kral ,Bergama’da hukuki yönden ancak mutlak olarak korunaklı Bergama kalesine sahipti.Bergama kralları akıllı insanlardı.Onlar Yunan tarihçileri tarafından “iyi idareci” ,”barışçı” , “bilim ve sanatın koruyucusu” olarak nitelendirilmiştir.
Bu krallar, daima uzağı gören uyanık bir siyaset gütmüşler, hiçbir macera savaşına girmemişler,yalnız saldırıya uğradıkları zaman topraklarını ,şehirlerini korumaya kalkmışlar ve daima başarılı olmuşlardır.
Bunlardan bilhassa ikisi, Birinci Attalos ile ikinci Eumenes zamanı ki yaklaşık olarak 80 -85 senelik bir devre Bergama’nın altın çağı olmuştu. Değerli kral Attalos basit bir aile kızı ile mutlu bir evlilik yapımı, Kral Eumenes bilgin ve sanatkarların dostu olmuştur.
Arkeologlar tarafından çizilen eski Bergama’ya ait planları bugün inceleyen şehircilik uzmanlarının gözleri kamaşıyor.
Göklere yükselen o beyaz görkemli mermer şehirdeki tiyatrolar, tapınaklar, jimnazlar, saraylar, kütüphaneler bu iki akıllı kral zamanında yapılmıştır.
200.000 tomarlık büyük kütüphane zamanın bilginlerini Bergama’ya toplamıştı. SPENSER’ın (x) bir sözü vardır: “Bir insanın değeri kitaplarına eşittir.”Bu söz elbette toplumlar için de doğrudur.200.000 tomarlık büyük bir kütüphaneye sahip olan Bergama ölçüsüz bir değer taşıyordu.
İskenderiye, Bergama’nın şöhret güneşi karşısında artık gölge idi. Bu yüzden, Mısır’dan Bergama’ya Papirüs ihracı yasak edilmişti. Bu, Bergama bilimine ve kitap aşkına vurulmuş bir darbe idi.Bergama bilim çevresinde bunun şaşkınlığı uzun sürmedi.KRATES, isminde bir bilgin, ki bu kişi Homeros’un destanlarından İLYADA ile ODİSE’yi 30 cilt olarak yorumlamış ve açıklamıştı.Mısır’ın kağıt yerine kullanılan otu PAPİRÜS’e karşı Bergama’nın hayvan derisinden PARŞÖMENİ’Nİ icat etti. Bu icat o zaman dünya bilim aleminde derin bir heyecan uyandırdı.
Papirüsle Bergama’nın derisi arasında Roma’da açılan yarışmayı Bergama kazandı.
Bu deriye Bergama’nın Latince söylenişi olarak PARŞÖMEN (x) denildi. Ve “İnsanlık durdukça bu kağıdın dayanır olduğuna hükmedildi” böylece Bergama, kitabı ve düşünceyi sonsuza taşımanın sırrını bulmuştu.
Görkemli Bergama Kütüphanesi, Akropol’de Athena mabedinin üstünde yükseliyordu. Kütüphane büyük şair ve yazarların heykel, büst ve portreleriyle süslenmişti.
Salonda HOMER’in tunçtan bir heykeli gözü çekiyordu. Ziyaretçiler, safo’nun büstü altında şu yazıyı okuyorlardı:
“İsmim SAFO ..NEROİT,şarkıda nasıl erkekleri geçtiyse ben de şiirde kadınları öyle geçtim.”
Bu salonda HEREDOT’un Milas’lı lirik şair TİMON’un ve değerli bir geometrici olan APOLLONİYOS’un büst ve portreleri vardı. Böylece bu kütüphane, bir kitap deposu değil; güzel sanatlar sergisi idi.
Bugün büyük kütüphane ve Akademyaları büyük adamların portre ve büstleri ile süslemek adeti Bergama’dan kalmıştır.
Bergama güzel sanatlar sahasında erişilmez bir zirve idi.
Akropol’ü baştanbaşa süsleyen birbirinden güzel mimari eserleri arasında hele bir tanesi var ki; bu eser sanat tarihinde eşsiz birinci olarak tanınmaktadır. Bu bir tapınaktı.
II. Eumenes zamanında Akropol’ün II.terasında kurtarıcı büyük Zeus’a bir şükran ifadesi olarak yapılmıştı.Romalı yazar Ampelyos’un “Anılmağa değer şeylerin kitabı ve dünya mucizeleri” adlı eserinde bu tapınaktan uzun uzun söz edilmektedir.
I.Attolos bütün Anadolu’yu dehşet içinde bırakan ve Bergama’yı haraca kesmek ve yağma etmek isteyen barbar Galatlarla Soma civarında, Bakırçay vadisinde yaptığı savaşta Galatları yendi. Bu zafer yalnız Bergama’yı değil bütün uygar Anadolu şehirlerini de yakılıp yıkılmaktan kurtarmıştı.Onun için bu zafer Akdeniz çevresinde büyük yankılar uyandırdı.Attalos her tarafta “SOTER” galip diye selamladı.Bergama ve Atina’da zafer anıtları dikildi.Atina’nın on kabile ve soydan gelmiş ve kendilerine dini ayin yapılan on efsane kahramanı arasına Atinalılar,Attalos’u da kattılar.
İşte EUMENES, Bergama krallığının kuvvet ve servetçe en yüksek devrinde ZEUS SUNAĞI’nı bu büyük zaferin hatırası ve Bergama’nın güzel sanat bakımından üstünlüğünü göstermek için yaptırmıştı.
Tapınağın dört tarafı mermer kabartmalarla süslü idi.Tapınağı dört taraftan kuşatan 120 metre uzunluğunda ve iki metre genişliğindeki frizlerde Bergamalı savaşçılarla GALATLAR yerine OLYMPOS Tanrılarının Titanlara yeni devirlere karşı ürkütücü ve arkası gelmez mücadeleleri tasvir edilmişti.
TİTAN’lar yani korkunç devler ,aslan başlı insan vücutlu yaratıklar olarak gösterilmişti.O zaman ki sanat görüşüne göre önemli olan tarihi olay değil;düşüncenin kendisi idi.
Düşünce şu idi: GREK Kültürünün barbarlığa zaferi, bilimin bilgisizliğe iyinin kötüye üstünlüğü.
Bunun için Bergama sanatkârları konularını Yunan mitolojisinde aradılar.
Bu kabartmada devler, insanoğlunun hiçbir bağ tanımayan ihtisas ve heyecanlarını Tanrılar ise, akıl mantık , düzen ve kanunu simgeliyordu.
Bu savaş: Doğal ve toplumsal aleme düzen getiren ve bu düzeni korumaya çalışan tanrılarla henüz denetim altına alınmamış kaba, vahşi, hiçbir yüksek kanuna bağlı olmayan doğal güçleri arasında sonsuz mücadele idi.
Bu konu Yunan sanatında çok kullanılmıştır. Fakat hiçbir zaman bu acı didişme ve boğuşmanın zorluğu, bu kadar ikna edici olarak, Bergama’nın ZEUS kurban mabedindeki kabartma kuşağında olduğu gibi böyle devasa bir ölçüde ifade edilmiş değildir.
Bugün binlerce sene sonra bile, insan toplumunda aynı mücadele sürüp gitmekte ve insanlığın en büyük ve sonsuz zaferi için bilim,akıl,kanun;bilimin ışığını ve erdemin ağırbaşlı alnını görecek gözleri bulunmayan kör Titanlarla dünyanın her tarafında savaşmaktadır. İyiliğin kötülüğe üstün geleceğine inanan Bergamalılar bu inançlarını ZEUS kurban mabedinin mermer kabartmalarında sonsuzlaştırmışlar ve insanlığın bir gün en büyük zafere ve sonsuz mutluluğa erişeceğini müjdelemişlerdir.
Akropol’de eski zamanın dişili ve erkekli Tanrıların hemen hepsi için tapınaklar yapılmıştı. Bu tapınakların hepsi birbirinden güzeldi. Ve kat kat tarasalar üzerinde inşa edildiklerinden birbirlerinin üzerinde soylu bir güzellikle yükseliyorlardı.
Gençlik jimnazının üstünde Zeus’un iffetli ve kıskanç tanrısı HERA, onun sağında bereketin dişi tanrısı DEMETER, onun üstünde düzen ve adaletin kendisi olan Bergama sanatının zaferi ZEUS, onun üstünde akıl ve bilginin ve savaşın dişi tanrısı ATHENA ,onun üstünde TRAYAN ve TRAYAN’ın gölgesinde de zarif BACCHUS Tapınakları eşsiz bir uyumla görkemli bir tablo oluşturuyordu.Yazın,bu tapınaklar ak mermerlerinde Bergama’nın soylu ve sanatkar ruhunun ışıl ışıl yandığını EGE gemicileri görürlerdi.
Akropol’ün güneye bakan teraslarından neşeli bir gürültü yükselirdi. Bu inceli kalınlı seslerden örülmüş gürültü jimnazlardan gelirdi. Binlerce çocuğun ve gencin birleşmiş hayat dolu sesi. Gençler jimnazı bir üniversite idi. Üniversitenin güneye bakan uzun ve muhteşem revakı önünde mermer terasa hakim yarım daire şeklinde büyük mermer kürsüde dünyanın en ünlü bilginleri konuşurlarken yüzlerce genç, mermer terasta beyaz bir kitle halinde bu dersleri takip ederdi.
Heykel ve resim salonlarında genç sanatkârlar Bergama sanat ekolü üstadları yanında çalışıyorlardı. Okulun 1000 kişilik tiyatrosunda kıvırcık saçlı genç şairler şiirlerini okuyorlardı.
Korent tarzında yapılmış sütunların süslediği üç koridorda kol kola yürüyen ve bilimsel tartışmalar yapan gruplara rastlanırdı. Jimnaz’ın önünde, atletlerin kış çalışmalarına mahsus 200 metre uzunluğunda kapalı bir salon vardı. Atletler beden terbiyesi öğretmenlerini gözetimi altında burada çalışıyorlardı. Yani bir rekor kırmış gençler, arkadaşlarının omuzları üstünde ve taşkın bağrışmalar, alkışlar arasında jimnazın mermer terasından geçilir, yüzme havuzuna götürülürdü.
Jimnazın çeşitli yerlerinde fikir ve beden hareketlerinde birinciliği kazananlar için iftahar levhaları asılmıştı. Beden terbiyesine fevkalade önem verilirdi. Beden terbiyesi öğretmenlerinin konumu felsefe ve mantık öğretmenleriyle aynı derecede idi.
Bu suretle Bergama, askeri durumdan aşılmaz bir kale, bilimsel bakımdan erişilmez bir varlıktı.
Eski Bergama’nın bir özelliği de tiyatroları idi. Tarihi hiçbir şehirde bu kadar çok tiyatroya rastlanmaz. Akropol’deki 15.000 kişilik dünyanın en dik tiyatrosundan başka çeşitli yerlerde 50.000, 25.000, 4.000 kişilik tiyatrolar da vardı.
Bu tiyatrolarda, bayram günlerinde kahramanlar ve memlekete hizmet etmiş büyükler için yazılmış şiirler, destanlar okunur, SOPHOKLES’in trajedileri oynanırdı.
Agoralar, halkın aldatılmadan alış veriş ettiği yerlerdi. Bu pazar yerlerinde alışverişi düzenleyen kanunlar, mermer kolonlar üzerinde, halkın gözü önünde dururdu. Çarşıda daima hazır bulunan bir kontrol heyeti herhangin bir şikayeti dinler, kanunsuz alışverişi önlerdi.
İçme sularını kirletenler, genel havuzlardan hayvan sulayanlar, lağım sularını kanallardan dışarı akıtanlar, hayvanlarını başıboş bırakanlar bu kanunlara göre ağır surette cezalandırılırdı.
Şehrin suyu 56 kilometrelik bir uzaklıktan, Madra Dağından, dağlar ve dereler üzerinden atlatılarak getirilmiş.
Bu su tesisatı Helenistik devrin en büyük eserlerinden biri sayılmış, çünkü bu tarihe kadar hiçbir yerde bu derece muazzam su tesisatı vücuda getirilmemiştir.
Sonradan bu görkemli iş nefis bir efsanenin konusu olmuştur.
Şehrin medyalarında, memlekette büyük hizmetler yapmış, büyük vatandaşların heykelleri dikilmişti. Filozof, matematikçi ve mimar olan, aynı zamanda ünlü GALİNOS hekimin babası bulunan NİKON, bu şerefe erişenlerden biri idi.
Akropol’ün yeşil Bakırçay Ovasına bakan güney ve doğu yamaçlarında, renk mozaikli küçük teraslarda sağlıklı evler vardı. Konsül Attalos’un evi önünden geçenler taraçaya açılan yemek salonunun sağında ve solundaki köşeli iki mermer sütun üzerinde tunç büstler görürler ve mermer kitabelerde şu yazıyı okurlardı:
-Yeyiniz,nefis şaraplardan içiniz!...
Attalos’un misafir severliğinden yararlanınız.
Büyük ve muntazam parkelerle döşeli geniş bir yol, kavisler çizerek ve birbirinden güzel yapılar arasından geçerek Akropol’e çıkardı. Tüyleri pırıl pırıl yanan soykanlı Bergama atlarının nal sesleri yol boyunca uzayıp giderdi.O Bergama atları ki Olimpiyatlarda yapılan arabalı arabasız koşularda bütün yarışları kazanmışlardı.
Pitanlı şair Arceslas,o zamanki uygar dünyada bir savaş zaferi kadar ilgi uyandıran ve heyecan vesilesi olan bu yarışlar için yazdığı bir destandır.
“Bergama yalnız silahları ile değil, fakat atları ile de mağrurdur. Eğer ölümlü büyük tanrının isteğini ifade edebilirse diyelim ki, Bergama gelecekte daha büyük şan ve şereflere nail olmaya layıktır.” Demiş ve ZEUS’un isteğini ölmez mısralarla belirtmişti.
Selinos çayının karşı tarafında 25.000 kişilik bir tiyatronun yanında, Akropol’e bakan muazzam bir kapı, her gün şafakla açılıyor ve güneşin batışı ile kapanıyordu.
Bu, Asklepeion’un , “Bergama Sağlık Yurdunun” kapısı idi.Bu kapı 800 yıl aynı törenle açılmış ve kapanmıştı.Bu muazzam kapıdan ,sopasına dayanan,veya bir arkadaşın yardımı ile yürüyebilen , sedyede, sırtta giden ,ateşli bitkin hastalar, körler, topallar giriyorlardı.
Ve aynı kapıdan, gözleri hayat ışığı ile dolmuş, yüzleri yaşama zevkini neşesiyle güzelleşmiş insanlar kapıdaki bekçilere bahşiş vererek çıkıyorlardı.
İçeriye girenler, iki yanı revaklı bir kilometrelik bir yolda 500 sütunun arasından gölgeleşerek, bütün varlıklarını ve ızdıraplarını unutarak, şaşkınlık hisleri içinde geçiyorlardı. İnsanların başının döndüren bu sonsuz Kolon dizisi arasından kimler geçmemişti? Bunlar yalnız Bergamalı değildi.
Sütunların mermer kaidelerinde dinlenen veya başını teslimiyetle eğilmiş bu hastalar arasında, Efes’li, Milet’li, Sart’lı, Atina’lı, Roma’lı, Antakya’lı, Trakya’lı, İskenderiye’liler vardı. Bunlar arasında fakirler, zenginler, bilginler, imparatorlar vardı.
Burası ölümün giremeyeceği bir yerdi. Bunu hastanenin mermer kitabesinde okuyan en ümitsiz hastaların yüreğine su serpiliyor ve yaşama gücü artıyordu. Bu kitabe şöyle idi:
“Bütün tanrıların onuru için kutsal bir yer olan Asklepion, ölüm tanrısına kapalıdır.” Ve ölüm tanrısından kaçanlar ancak burada kurtuluyorlardı. İşte Bilgin, Hatip, Şair Balıkesir’li ARİSTİD ,Roma İmparatoru AVRELYUS ANTONİNUS KARACALLA ve hatta hekimlerin babası CALİNOS bu kapıdan ve bu revaklı yoldan geçmişler,yuvarlak Eskülap mabedinde,Zeus başlı,kulakları küpeli ve sevgi dolu müşfik gözlerle ufkun derinliklerine dalan Sağlık Tanrısı Eskülap’ın altın heykeli önünde diz çökmüşler ve sağlık dilemişlerdi.
Burada ıstırapları, bin bir derde deva olan kutsal su,güneş,müzik,şiir,telkin,mermer ve tiyatro dindiriyordu.Burda her şey huzur,sağlık ve güven verici idi.Beyaz harman yerlerine bürünmüş hastalar,beyaz gölgeler gibi sessizce dolaşıyorlardı.Kimi mermer havuzlarda banyo yapıyor, kimisi kuzey koridorunun iyonik sütunları dibindeki uzun mermer merdivenlere oturmuş, çıplak vücudunu Apollon’un şifalı ışınlarına veriyordu.Gücünü ve takatini hafif jimnastik hareketleriyle deneyenler de vardı.
Asklepyatlar, yeni gelişmiş ve kutsal havuzda banyosunu yapmış bir hastayı ağır adımlarla bir galerinin taş merdivenlerinden indiriyorlardı. Bu serin galeri onları, hastanın ilk gece, su şırıltıları arasında, rüyasını göreceği yatağına götürüyordu.
Büyük mermer avluda, asırlardan beri gelmiş geçmiş hastaların minnet ve şükranlarını anlatan kitabeler, adaklar ve hastaneyi süsleyen binlerce büst ve heykel vardı.
Beyaz gölgeler tanrılara, tanrılaştırılmış hekimlere, minnet, şükranlarını söyleyen sevgi ve saygılarını sunan kitabeler karşısında saatlerce kalıyor, uzun uzun düşünüyorlardı:
“Sağlık yurdunun başhekimi NİKOMEDİS büyük bir bilgin ve Filozoftur. Yüksek bir idare adamıdır. Herkesin sevgisini kazanmıştır.Onu saygı ile anınız!..”
“Ey birinci sınıf şehir! Buranın baş hekimi KLAVDİYOS büyük bir inanç ve canla başla çalışmıştır.Sen de ona sevgi ve saygı göster!..”
“Buranın bilgini ve filozofu FLAVİON en büyük adamdı.O tanrı olmadığı için öldü.Sen onu unutma!...”
“Filozof ve hatip LÜKİOS ‘un yüksek hizmetlerine Bergama’nın minnet anıdır.”
Gümüşten üçayak üstündeki bir kitabede :
“Bu ünlü Aristid’in adağıdır.O öncesiz söylevlerin muzaffer bestekarıdır.”
VENÜS’e yapılmış bir adakta:
“Sen biliyorsun ki bunu kim adak verdi. Yine sen biliyorsun ki ne için armağan etti ve yine sen biliyorsun ki sana nice minnetlerle bağlıdır” deniliyordu.
Çıplak omuzları güneşte ışıldayan güçlü erkek heykellerin ayak adalelerindeki mermerleşmiş sıhhatte parmakları ile dokunarak, bir sağlık özlemi içinde, bu ayakları öpenler vardı.
Mermer avluda, tatlı bir şırıltı ile akan kutsal suyun yanı başında, kıvırcık saçlarını bir örtü ile örten, üç insan boyundaki Karakalla heykelinin kaidesindeki uzun kitabe, fakir hastalar için çok eğlenceli bir mevzu oluyordu:
“Germenya, İngiltere sahibi, Makedonya Egemeni, İmparator, Üçüncü Tribün, 17’nci Konsül, 4’üncü Pronkonsül ve vatan babası olan İmparator ANTONİNO için..”
Bir mermer revak halinde yapılmış kuzey koridorunun sonunda her akşam LİR ve flüt sesleri yükselir. Burası hastanenin 4.000 kişilik mermer tiyatrosudur. Bu müziği duyan beyaz gölgeler yavaş yavaş tiyatroya doğru yürür. Ve mermer basamaklara otururlar. Tam zamanı gelince tiyatronun 3 katlı ve mermerden yapılmış cephesindeki 5 kapıdan yüzlerinde seramik maskeler taşıyan komedi aktörleri sahneye girecekler. O zaman bu mermer gradenlere oturmuş 4000 hasta insan bütün ızdıraplarını unutacak kuzey rüzgârlarının Kozak yaylasından getirdiği çam kokularını ciğerlerine doldurup hep beraber alabildiklerine gülecekleri bir neşe kokusu olan bu kahkahaları Akropolün surlarında dolaşan nöbetçiler duyacak. Hastalar tiyatronun mermer gradenleri üzerinde katıla katıla güle dursunlar. Hastanenin nefis bir sanat eseri olan kitap salonunda, beyaz harmaniyesine sarınmış siyah gül sakallı geniş alınlı, müşfik bakışlı bir hekim, mermer bir masa üstünde parşömenlere yazılar yazıyordu.
Boynunda ince, altın bir zincire bağlı madalyon sallanıyordu.O zamanlar bütün tıp dünyasının bildiği bu madalyon üzerindeki ince yazı şu idi:
“Romalılar’ın imparatoru Antonen’den hekimlerin imparatoru Calinos’a”
Evet bu mermer salonda sessiz çalışan siyah sakallı adam Bergama’yı bir vebadan kurtaran hekimlerin imparatoru Calinos’tu:
Madalyon da; Roma imparatoru Mark Orel’in bir minnet ve şükran hatırası idi.
CALİNOS tıp biliminin temellerini belirleyen 500 cilt kitabını bu mermer masa üstünde yazmıştı.
Salon boştu. Pencerelerde cam yerine ışığı geçiren gayet ince, şeffaf mermer plaklar vardı. Duvarlarda mermer kaplamalı idi. Taban renkli mermerlerden harikulade bir mozaikti.Kapının karşısındaki büyük nişte,sol kolunda harmaniyesini tutan imparator Adriyan’ın çıplak bir heykeli vardı.Bu, sağlık yurdunda büyük tesisler vücuda getirmiş “güzel sanatları seven ve koruyan” bir imparatora kadir bilir ,zengin bir Bergamalı kadının hediyesi idi.
Hastaneye, Geyikli dağının gölgesi düşünce hekimlerin imparatoru, bir imparator heykelinin süslediği bu mermer salondan ağır ağır çıkıyor, yuvarlak mabede giderek sağlık tanrısı Askleopios’un önünde eğiliyordu.
Güneşin son ışıkları, Asklepeion’un değişmez kanunu olan şu kitabeyi aydınlatıyordu.
“Asklepion her türlü saldırının dışındadır.”
Şimdi kitapların anlattıkları bu masal dünyasını merak edip dünyanın dört tarafından görmeye gelenler arasında kimler yok?
Biz Asklepion’un mermer tiyatrosunda Galinos Hekim şefref locasında, Atatürk’ün emsalsiz alnına güneşin vurduğunu seyrettik.
Yine bir sevgili İnönü’müzü gençler jimnazının mermer kürsüsü üstünde uygarlık tarihinin muhteşem yapısına işlenmiş mermerler ve eşsiz kolonlar hediye etmiş fikir Bergaması’nı düşünürken gördük.
Biz Romanya’nın sportmen,uzun boylu kralı korolu Bacchus Mobedi’nin yere devrilmiş ,muazzam korent başlıklarını hayretle seyrederken ;
Fransa’nın büyük devlet adamı babacan HERYO’yu mabedlerin mermerleri arasında yetişmiş sarı çiçekleri mukaddes bir hatıra gibi toplarken gördük.
Uzun sakallı be gözlüklü alimler gördük ki, Akropol’ün Helenistik duvarlar önünde koltuklarının altındaki kitapları saatlerce karıştırdılar.
Sanatkârlar gördük,15000 kişilik tiyatronun sahnesinde şiirler irşad ettiler.
Yazarlar gördük, devrilmiş bir kolonun üstünde düşündüler.
İpek harmaniyeli esmer Hintliler, çekik gözlü Çinliler gördük.
Batılılar gördük, doğulular gördük, kuzeyliler,güneyliler gördük.Ve hepsini hayran , hepsini büyülenmiş uğurladık .
Bergama o sihirli kelimedir ki,bununla bütün bir uygarlık ifade edilir.
Bergama bilim ve kitap sevgisinin kanun saygısının ,güzel sanatların,muhteşem bir mimarinin,şehircilik ve belediyeciliğin toptan adıdır.
Bergama özgürlük ve demokrasinin düzen ,güvenlik,sağlığın, onur ve erdemin iyi vatandaşlığın simgesidir.Bir destanında:
“Eğer bir ölümlü büyük tanrının istediğini ifade edebilirse diyelim ki;Bergama gelecekte daha büyük şan ve şereflere erişmeye layıktır…”Demek sureti ile büyük Zeus’un muradını ölmez mısralarla aktaran Pitanlı şair Arceslas,Bergama’nın parlak alın yazısını insanlığa 2000 sene önce muştulamıştı.
Daha büyük şan ve şereflere erişmiş Bergama , sorumlu insanlık dünyasının tesellisi ve iftihar edeceği süsü olacaktır.
Bergama’yı sevmek , güzele tapmak, iyinin zaferine inanmaktadır.
“Bergama” bir anlayıştır. Yarının mutluluğu bu anlayıştan doğacaktır.
Arkeologların kazması bütün Bergama topraklarını henüz açmadı.
Klasik devrin Bergama’sı, hala kalın ve ağır toprak örtüsünün altında uyumaktadır. Bu örtüyü kaldırdığınız gün nasıl sanat ve mimari mucizeleri ile karşılayacağımızı bilmiyoruz.
Ufak yoklamalar olumlu ve parlak sonuçlar verdi. Bu örtüyü klasik devrin sırtından çektiğimiz gün, kültür dünyasının bir defa daha gözleri karmaşacak ve başı dönecektir.
BU YAZI İÇİN BAŞVURULAN ESERLER: